adam otobüsten iniyor, işini ayarlıyor, evi veriyorlar. her şey fazla düzgün. yemeklerin tadı yok, kimse gerçekten üzülmüyor ya da sevinmiyor. duvara kafa atıyor, burnu kırılıyor ama acı hissetmiyor. bildiğin varoluşsal kabus. "hayat ne kadar sorunsuz olursa o kadar anlamsız mı olur?" diye düşündürten film.
ofis hayatı + steril ilişkiler + sürekli gülümseyen ama boş bakan insanlar = bir adamın delirmesi. distopya dediğin illaki baskıcı otoriter rejimler olmak zorunda değil. bazen, her şeyin "olması gerektiği gibi" olduğu bir dünya da hapishanedir.